İlk tanıştığımızda on beş bilemedin on altı yaşındaydık. Ortaokulu St.Michel’de bitirip lise için St.Josephe’e gitmişler, bizim okulun lisesi açılınca yuvaya geri dönmüşlerdi.Okul yılları ve sonrasında 40 yıldır atom protonları gibiydik.Yalnız çocukluğumun kasvetli günlerinde, yapacak hiç bir şey bulamadığımda, ön avlusunda şehrin gürültüsünden kaçabildiğim, arka bahçesindeki ince uzun dar havuzunda maket yelkenlilerimi yüzdürdüğüm, ilk ve son kez annemin elimden tutup götürdüğü, saatlerce oturmaktan bacaklarımın tutulduğu, ikinci katında mevlit dinlettirdiği, yıllarca önünden geçen kaldırımları aşındırdığımız, avlusunu kestirme yol olarak kullandığımız, köşesinde bir zamanlar hizmet veren “Ahmet Rasim” işkembecisinde sabahın ilk saatlerinde ayılmaya çalıştığımız Teşvikiye Camiinde bu kere Onu uğurlamak için buluşmak kaderimizmiş. Birbirine görünmez ipek iplikler ile bağlı beş proton altıncıya veda etmek için.Eşler, boylarımızdan büyük oğullar, kızlar hatta bu kaybımızı en az bizim kadar acıyla ama metanetle karşılayan iki koca çınar, iki öğretmenimiz, acı haberi duyan bütün sınıf arkadaşlarımız, okul arkadaşlarımız da camiinin bu sıcak Haziran güneşi altında son görevini yapmak, veda etmek için bir araya geldiler.Karabatak gibi bir görünüp bir kaybolduğumdan sevinçli günlerden ziyade acılı günlerde kiliselerde, sinagoglarda, camilerde, hastanelerde görüyorum onları. Evlenip çoluk çocuğa karıştıktan, hayat gailesi peşinde koştururken önceliklerimiz, hedeflerimiz, çevremiz değişti. Çoğu birlikteliklerini sürdürürken ben biraz isteyerek, biraz zorlayarak ayrı düştüm.Bembeyaz çiçeklerle bezeli cenaze arabası yıllar boyu aşındırdığımız, ilk aşklarımıza elimizde çiçeklerle uçarcasına gittiğimiz, sıcak yaz akşamlarında yürüyüşe çıktığımız, okula gittiğimiz, Teşvikiye-Nişantaşı- Rumeli Caddesi boyunca yavaş yavaş ilerledi. Arkasındaki kortejde de arkadaşlar, dostlar arabaları içinde kim bilir hangi anıları yâd ettiler. Ne çok şey yaşamış, ne çok şey paylaşmışız. Kanımızın deli deli aktığı çağlarımızda gamsız okul yıllarında, işkembe çorbasına king partilerimizde, aşklarımızda, kırılan kalplerimizi onarmada, Fethiye’de mis gibi yasemin kokularıyla uyandığımız pansiyonda, Günlükbaşı’nda, kiralık motosiklet sepetinde gittiğimiz Küçük Kargı’da, Güzelce’de, tek katlı cümbür cemaat göç ettiğimiz yazlıkta, semt sinemalarında, konserlerde, mitinglerde, Paris’te…Üniversiteye girdiği yıl aldığı ilk makaralı teypte dinlediğimiz Becaud’lar, Mousstaki’ler, Brel’ler, Barbara’lar, Zeki Müren, Livaneli ve Timur Selçuklar, İspanya seyahati dönüşü getirdiği portakal şarabı, emekli Vosvos’u satıp yeni aldıkları yeşil Murat 131 ile okulun kapısında çekilen fotoğraflar, şiir gecelerimiz, Sait Faik, Baudelaire, François Villon okumalarımız ve sürekli içilen ve yeniden içilen içkiler, yılbaşı baloları, Boğaz yemekleri, uzun yürüyüşler....
İlk evlenen ben oldum. Oğullarım onların elinde büyüdü. Babası, bir başka can dostumuza çöpçatanlık yaptı. Ondan dolayı O, bizim hep “bacanağımız” kaldı.. Aramızdan ilk giden O oldu.Sevgili kardeşim, can dostum Haluk Osman Barda. Yolun ışık içinde olsun.
Sana elveda demiyorum. Nasılsa bir gün, hangi sırayla bilinmez, yeniden bira araya geleceğiz. Aramızdaki o ipek ibrişim hiç kopmayacak.Şimdilik….. Biz burada sen oradasın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder