23 Kasım 2011 Çarşamba

ESKİ ZAMANLAR - Tristan Jones

“ Üç bin yıl kadar önce, Batı Avrupa’da dakik Stonehenge gündönümü bilgisayarı yapan bir halk yaşamıştı. Esmer, iri burunlu, çevik, akıllı ve hayatın kendisine tapan bir halk. Onların torunları etraflarındaki diğer ırklardan kolayca ayırt edilebilirler ve kıtanın kenarlarında vahşi bölgelerde hâlâ varlıklarını sürdürürler- Kuzey İskoçya’nın ücra dağları, Galler, İrlanda Adaları, Cornwall ve Brittany’nin bazı yerleri.Bu insanlara İranda’da Goidels ya da Gaels:İngiltere’de Britonlar denir.

Yaklaşık iki bin beş yüz yıl önce, bu insanların arasında, kuzey İran ve Afganistan’dan, mavi gözlü, sarışın göçebe bir insan dalgası geldi: Gaul Keltleri. Gaul Keltleri bugünkü Romanya’ya vardıklarında, üç büyük kola ayrıldılar. Bir kol güney doğuya dönerek Anadolu üzerinden Orta Doğu’ya indi ve Samilerle karışıp Fenikelileri oluşturdu. Diüerleri Kuzey Afrika’ya girdi, Berberi olarak bilinen ırkı oluşturup, Cebelitarık Boğazını geçip Ispanya’ya (Iberya) girdiler ve Portekiz, Aragon ve Castile halklarının ırk temelini attılar. Bu Kelt İberlerin bazıları MÖ 800 civarında, okyanusu geçen ilk denizcilerden Mabo önderliğinde Batı Hint Adaları ile Amerika’ya gittiler ve Punic kolonileri kurarak Yeni Meksika’nın Pima yerlilerinin ataları oldular (En azından dil olarak)

İkinci büyük Gaul-Kelt kolu, güneye Yunan yarımadasına girdi ve modern batı dünyasının atası büyük uygarlığı kurdu. _____Hoooop Tristan’da ne yazık ki Lord Byron etkisi altında. Modern Batı Dünyasını kuran Yunanlılar değil tümü ile Anadolulu olan İyon’lardır________________ Üçüncü kol Avrupa’nın ovalarını ve dağlarını aşarak atıya ilerledi, Avusturya ve İsviçre’de Fransa’nın Gaulleri olacak grupları bıraktılar. Diğer Gaul Keltleri Fransa’dan Britanya adalarına geçtiler ve Britonik Goidel kabileleri ile karışıp Galerin Cymru’ları, Kuzey İrlanda ve Iskoçya’nın Piet ve Scot’ları halini aldılar. Goidel Keltler, İngiltere ve Galler’den daha ileri giderek Irlanda’nın Erseleri oldular.

Gaul Kelt aklı, Batı Avrupa’nın Goidel-Briton’larının hayal gücü ile birleşince, yaygın haberleşme ağına sahip büyük bir uygarlık doğdu. Bu, yüksek rahiplerin dini işlerle, krallar, prensler ve druidlerin de devlet işleri ile ilgili olduğu, vate‘ler denilen eski Yunan tarzı gevşek bir devletler konfederasyonuydu. Ceasar’ın Gaul’ü işgal ettiğinde mavi boyalı vahşilerle savaştığını düşünmek saçmalıktır. Aslında uygarlık açısından Roma’dan aşağı olmayan insanların kurduğu, kara ve deniz haberleşmesinde en az Akdeniz halkları kadar iyi, hayli örgütlü demokratik bir ittifakı zar zor yenebilmişti.

Keltler güneyde bugünkü Fas, doğuda Almanya, batıda Amerika ve kuzeyde de o zamanlar daha ılıman olan İzlanda’ya kadar deniz yolculukları yapabiliyorlardı.
MÖ.330 gibi erken bir tarihte, Massalyalı (Marsilya) Pytheas Akdeniz’den batıya seyir yaparak büyük Fenike limanı Gades’e (Cadiz)geldi. Orada 30 metreden uzun, aüaç bir iskeletin üzerine hayvan derileri kaplanarak yapılmış, doğu Akdeniz’in kürek ve yelkenle giden kadırgalarından daha denizci, okyanusa dayanıklı bir Gael gemisine geçti. Dünyanın batı ucundaki Okyanus maceracıları Gades’den kuzeye yolculuk yapar, Kelt limanı Vigo’ya ve bugünün limanı La Rochelle’in yakınlarında, Gaul’ün batı kıyısında  Oléron Adasına uğrarlardı. O günlerde, Roma egemenliği öncesinde, Oléron, barbar cehaletinin sona ermesinin ardından Venedik ve Cenova’nın bin beş yüz yıl sonra olacağı önemli bir denizcilik merkeziydi.

Oléron’da, denizciliğin uluslar arası kabul gören ilk yasaları Baltık, İzlanda, Fas, Kuzey Amerika kıyıları ve Fenike’den gelen tüccar denizciler tarafından yazıldı. İzlanda ve Amerika’daki Kuzey ve Batı Kelt halklarının topraklarından gelen yün, kalay, altın, kehribar ve yıbalığı dişi, hoş kokulu çam yaprakları Oléron’dan güneye, denizden Cebelitarık üzerinden ya da karadan Gaullerden Akdeniz’e, Fenikelilerin Marsilya limanına gidiyordu. Faroe ve Iskoçya, ayrıca Baltık gibi kuzey ilkelerinden yün ve kahribar geliyordu. Cornwall, Iralnada ve Galler, ayrıca İngiltere’den bahar ve yaz aylarında yüzlerce yük gemisi altın,kalay ve Lübnan ile İran’da boya için aranan çivitotu getirirdi. Oléron ve Gades’in uzun depolarında bu eşyalar, Yunanlı ve Fenikeli denizcilerin Akdeniz’den ve doğudan getirdikleri ipekli dokumalar, güzel kokulu tütsüler, şarap ve baharatlarla takas edilirdi. Doğulu bu tüccarların, deniz konusunda tecrübeli ve akıllı bazıları, Arabistan’ın doğusuna, Seylan, Mozambik ve Borneo’ya kadar gitmişti.  Ve kumlu çöller, kara derili insanlar, çekik gözlü ve inanılmaz zenginlik içinde yaşayan sarı insanlar ile altın ve gümüş dolu topraklar hakkında fantastik hikâyeler anlatıyorlardı. Keltler ise sıcak suların topraktan fışkırdığı, adaların denizlerden doğup buhar bulutlarına gömüldüğü kuzeyde bir ülkeyi anlatıyordu. Işık tanrısı Lugh’un hik’ayelerini anlattılar,Terganaill (Donegal) krallığının açıklarında, Tory Ada’sında doğmuştu, on beş mil uzağa fırlatabildiği kudretli mızrağı ile Avrupa’nın içlerine yolculuk etmişti. Formorian’ların Kralı Balor’un torunuydu ve Londinium, Lugudunum (Bu güngü Hollanda’da Leyden)’u  ve uzaklarda doğu Gaul’de Lyons’u kurmuştu...

Pytheas kuzeye Thule’a yolculuğuna bu hikâyeleri anlatan denizcilerle birlikte çıktı, çnce bugünün Limerick şehrinin yer aldığı hareketli Eirean limanına uğradı. Faroe’ler üzerinden kuzeye yelken açtılar, altı günlük boğuşmadan sonra Izlanda’nın Thule’unun volkanlarını ve şeytanın yardığı kayalarını gördüler. Orada kehribar ve ayı balığı dişi topladılar, bu ücra yerde geçici olarak bulunan Keltleri de yanlarına alarak güneye döndüler. Pythas’ın anlattıklarından bunun bir keşif gezisi değil ama eski bir ticaret rotasında tüccarların yolculuğu olduğu anlaşılıyor.

Gemileri kuzeye doğru ilerlerken İrlanda Adaları ve Galerin kayalık kıyılarından gelen Gael denizciler gece nöbetlerinde Pytheas’a larghal’dan, “güneşin battığı yerin ardındaki ülke”den (daha sonra Latincede ve hatta Roma İmparatorluğu dışında kalmaya çalışan İrlandalılar ve Galiler arasında da HyBrazil olarak söz edilecektir), Okyanusun ardında uzanan büyüleyic ülkeden, Gael’lerin ruhlarının Atlas Okyanusunu geçerek gittiği Ölüler Ülkesinden hikâyeler anlattılar. Bu toprakları gerçekten gören adamlar da hikâyeler anlattılar. Haftalar süren zorlu yolculuktan sonra  batıda uzaklarda, çok uzaklarda   bu toprakları gören, karaya çıkıp bu larghalte’leri, “güneşinbattığıülkelileri”, kızıl toprakların kızıl adamlarını gören ve onlarla kalıp diş ve kürk takas eden adamlar.  Okyanusa yeniden açılıp Ern’e ve Cymru’ya (Galler) dönmüşlerdi ve yaşlandıklarında, gemilerin denize çıkamadığı fırtınalı kış gecelerinde yer kömürü ateşi etrafındaki kabile toplantılarında hikâyelerini anlatmışlardı. Pytheas’da Kuzey Amerika’da Iarghal ülkesindeki Kelt kolonilerini bu sayede öğrenmişti, tabii daha önceden bilmiyorduysa.

Böylece hikâyeler Fenike’ye geçti ve dünyanın diğer ücra köşeleri hakkındaki bilgilerle birlikte, 1500 yıl boyunca, Fenike’nin iktidarını Venedik ve Cenova’ya kaptırmasına dek orada hapis kaldı. Bu hikâyeler yırtık pırtık kağıt parçalarıyla eskiden beri Lübnan’da yerleşik aileler içinde sonraki nesillere aktarıldı. Christopher Colombus’un ailesi de bunlardandı. (Colombus, Galway’de yaşayan uzak batıda “kızıl ülkeyi” görmüş bir denizci buldu. Bu Irlandalı –Gael, Colombus ile Santa Maria’da birlikte yolculuk yaptı  ve onun anılarının yazılı olduğu taş kitabeyi Galway’ste St.Nicolas kilisesinde gördüm. Güneş batışı ülkesi Iarghal’deki “kızıl adamları” 1478 yılında görmüştü.)

Ceasar (Sezar), şimdiki Fransa topraklarını ele geçirmek ve Kanalı geçerek Keltlerin önemli adalarını işgal etmek üzere Gaul’e girdiğinde, eski den
Z yolları hâlâ kullanılıyordu çünkü Roma’nın Akdenizli gemicileri Batı’nın Atlas Okyanus’unda pişmiş denizcileriyle baş edecek durumda değildi…..Romanın iktidarı karada , gözün görebildiği yere, Galler ve Iskoçya’nın dağlarının eteklerine kadar uzanıyordu. Roma İmparatorluğu 450 yıl oralarda varoldu ama içerilere kadar giremedi. İzlanda’dan Almanya’ya Kelt Denizi ticareti çok zayıflamasına rağmen sürdü. Roma Cadiz’e giden yol üzerinde olduğundan, Amerikan ticareti kesilmişti ve iyi ya da kötü, Hristiyanlığın bu kıtaya varması bin beş yüz yıl ertelenmişti.
./……
Batı Avrupa’da Gotlar ve Teutonların vahşi saldırıları sırasında Roma’nın askeri gücü zayıflarken Hıristiyan kilisesinin askeri işgali altında olmayan  Galler ve İrlanda’da Kelt topraklarına saldırısı da arttı. Sonunda Gali bir hristiyan olan Saint Patrick İrlanda’ya geldi ve İrlandalıların romantik kalplerini fethetti.

5. yüzyılda Sakson, Angel ve Jute’ların Kuzey Almanya’nın sisli bataklıklarından çıkıp İngiltere’ye gelişiyle, Kelt’ler, Dünya’nın merkezi Akdeniz ile ilişkilerini bir kez daha kaybettiler. Yine de eski ticaret yolları varlıklarını sürdürdü ve kurahlar, güneş, ay ve yıldızların yardımıyla derin suları yararak ilerlerken, Galler, İrlanda ve İskoçya’da Teutonlara direnildi. Ancak Got’lar Cadiz’e vardığında Roma’ya giden deniz yolları kesildi ve Hıristiyan İrlanda ve Galler, Akdeniz’deki yeni dini ve kürtürel merkezlerden koptu. Brittany, İrlanda, Galler ve İzlanda arasındaki deniz yolculukları ise sürdü.

7. Yüzyılda Saksonlarla Keltler arasında ihtiyatlı bir “barış” sağlanmışken Kuzey Denizi’nin uzaklarında, Norveç’te İsveç dağlarından gelen göçmenlerin giderek artması, üstelik doğum oranlarındaki görülmedik bir artış, derin fiyordların diplerindeki vikke denilen köylerde yaşayan barışçıl çiftçilerin yiyecek için önce balıkçılığa sonra da birbirlerinin sefil köylerine saldırmaya başlamalarına yol açtı.
Bu saldırılar sırasında yeni bir deniz aracı geliştirildi. Hem elerinin altındaki mükemmel keresteyi hem de ülkenin sert denizlerinde uzun yıllarda edindikleri tecrübeyi kullanarak yaptıkları bu kayığa karfi adını verdiler. Karfi 12 metre boyunda, iki başlı, sığ sularda gidebilen bir kayıktı. Sert havalarda büyük dalgalarla başa çıkabildiği gibi fiyortların sakin sularında hızla seyir yapabiliyor bir saldırı için ya da yağmadan ganimetle dönüldüğünde kolayca kıyıya çıkartılabiliyordu.

Karfi’den sonra geliştirilen teknenin adıysa hafskip ya da daha yaygın bilindiği gibi knarr’dı. Bu, çok daha uzun, geniş, okyanusta gidebilen”uzun gemi”ydi. Keltlerin kurahlarıyla knarr’ı karşılaştırmaya kalkmak, Ford’un T modeli ile Maserati’yi karşılaştırmaya benzerdi. Hızlıydı ve bütün silahları ve yiyacekleriyle otuz kadar savaşçıyı taşıyabilecek büyüklükteydi. Derin değildi, nehirlerde düşman topraklarının içlerine ilerleyebilirdi. Ortalama boyu 25 metre, genişliği 6 metre (mükemmel bir denge sağlıyordu) ve teknenin ortasında su kesimi 140 santim, omurganın dibinden küpeşte üzerine yükseklik 2 metre kadardır.

Knarr, geceleri travrse çıktığında güvertesinde çadırlar kurulurdu. Viking’lerin (vikke çiftçileri böyle adlandırılıyordu) pusula ya da dümenleri yoktu. Sancak bordada kıç omuzluktan indirilen geniş bir kürek (ster-board) dümen görevi görüyor ve seyir sırasında enlem mevkiini yıldızlar ve güneşe bakarak yapıyorlardı. Boylam mevkiini ise tahminle. Norveç’ten “beş gün boyunca batan güneşe git, sonra İngiltere ve Avrupa için sola dön, İzlanda için de sağa dön” Bu kadar ilkeldi. Vikinglerin başarılı yolculuklarını hep duyarız ama kaçının okyanusta kaybolduğunu bilmeyiz. Bu büyük bir sayı olmalı. Bölgelerindeki kötü hava koşullarını düşündüğümde yüzde otuz kadar kayıp tahmin ediyorum.

Norsemen’ler knarr’ı kullnamaya başladıklarında, bütün Kuzey Avrupa’ya hatta daha aşağılara Fas kıyılarına kadar saldırdılar. İnsanlığın uzun savaşlar tarihinde görmediği bir yakıp, yıkma, talan, cinayet ve tecavüz dolu deniz saldırısını gerçekleştirdiler. Kelt deniz yollarını keserek Gael topraklarının çoğunu işgal ettiler. İngiltere, Fransa, İskoçya ve İrlanda’yı kasıp kavurdular. Yalnızca 3 yerde başarılı bir direniş ile karşılaştılar: Kuzey Galler, Brittany ve İrlanda ile İskoç adalarının birkaçı.___________ Sadece Batı’da değil. 7. ve 9.yüzyıllarda Tuna üzerinden Karadeniz’e indiler,Konstantınıyye kentinin başına bela oldular. Bizans İmparatorları elayı def edebilmek için bazılarını İmparatorluk muhafızı olarak istihdam etti ve Karadeniz’de ticaret kolonileri kurmalarına izin verdi.____________  Bunlar eski Kelt kültürünün, Yunan ve Roma uygarlığının antik bilgileriyle birleştiği izole merkezler olarak kaldı.- Ulaşması imkânsız olan, kuzeyda İzlanda’nın volkanik Vatnajökull Çölünden Brittany’nin devasa gelgitlerle korunan kayalık dik yamaçlarına kadar birçok ada ve ücra yere saklanan hıristyan keşiş ve minzevileri, bu titrek ateşi inançla yakmayı sürdürdüler. Batılı adamın tarihinin en karanlık üç yüz yılında küçücük ışıklar titredi. Bazıları, Tory, Iona ve Barra gibi başka kayalıklar üzerinde yeniden yakılmak üzere söndürüldü, bazıları da sonsuza kadar yok oldu. 300 karanlık yıl boyunca bu bencil olmayan, inançlı Keltler Batı insanının kültürünün tamamını elinde tuttu.
./……. Burada antik dünyanın ışık, büyü ve güzelliklerin dünyasının, ferah düşlerin olduğu kadar ürkütücü kâbusların dünyasının kavşaklarından birinde, bir insan ırkının, sadece meşe ağacı ve yaşlılar, dişbudak ve diken gibi yaşayan şeylerdeki değil ama dünyanın kayalarına ve rüzgârın sesinde ve kudretli okyanusun evlerinin önündeki kumsala vurmasındaki yaşam gücüne de tapan benim insanlarımın bıraktığı izlerde ilerliyordum. Ve dünyaya Hıristiyan misyonerler tarafından iyilik adına anlatılan yalanları düşündüm. Yüzyıllarca halkın kulağına Tanrının Oğlu’ndan önce hiçbir şeyin iyi olmadığını tekrarlayıp durmuşlardı. İsa’dan önce günah, cehalet ve vahşet vardı, her şey kötüydü, rüzgârın ve okyanusların, tepedeki çalılıkların yaşayan ruhları kötüydü. Keltlerin anıları, aşk ve dehşet dolu hikâyeleri ve sanatları, insanların zihinleri haça zincirlensin diye nasıl da cehennemin kapısına fırlatılıp atılmıştı. Ve sonuçta Kelt aklının parçalanması nasıl da bugün bile kanlı Belfast’ın arka sokaklarında terör ve şiddet olarak kendini göstermekteydi.”
-BUZ- 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder