5 Eylül 2011 Pazartesi

4 EYLÜL TRİLYE SEFERİ

Planladığımız gibi Cuma akşamı Tayo-Mar saat 19.45de palamarlarını çözüp yola revan oldu. Ekip Bahadır, bendeniz ve Bahadır’ın sörfçü ve fakat tekneci olamayan arkadaşı Kıvanç. Akşam çökerken ana yelkeni, trenkete ve floku basıp Trilye’ye gitmek üzere dümenimizi Temel’e emanet ettik.
Yola çıkmadan da Bahadır 20 litre bir bidon yakıt almıştı. Onu da kıç altındaki dolaba koyduk. (Buraya bir mim koyun!!!) Hava ne var, ne yok. Arada bir püflüyor. Sonra biraz soluklanıyor tekrar essem mi? esmesem mi? modunda kendince eğleniyor. Motor yelken yol alıyoruz. Hava karardı. Ardımızda giderek uzaklaşan İstanbul ışıkları….. Önce birer teneke kutuda sarı su sonra birer İskoç nektarı… Gece seyrinin güzellikleri, dünyayı ve evreni kurtarma muhabbeti, uçuk kaçık yemek tarifleri, burnumuzda tüttürdüğümüz söğüş dil, beyin salatası, baharda kokoreç…… Gidiyoruz.
Sivri-Yassı arasına   bir kaç mil kala şeytan mı dürttü ne kafamı şöyle bir geriye çevirdim. Amanın !!!
Neredeyse 100 metre ötemizde heyyüla bir gemi karaltısı tam üstümüze sessiz sedasız tam yol geliyor. Can havli ile Temeli devre dışı bırakıp yekeyi sancak alabandaya bastığımda geminin başındaki bulb hizamıza gelip gemi hiç yol kesmeden devam etti. Aynı anda da köprü üzerinde üzerimize bir projector patladı. Bir süre koca gemi ile yan yana gittik. O uzadı yoluna devam etti biz de rotamıza girdik. Bütün bunların olup bitiş süresi herhalde toplam 3-5 dakika……

Şoku atlattıktan sonra bu sefer açık deniz gemi kazaları, kötü senaryolar, ölümün bin bir çeşidi muhabbetleri ve yine tenekede sarı su…….

Gecenin ilerleyen saatlerinde rüzgâr bir heves  kendine gelip üfürmeye başlayınca motoru stop edip sıkı bir yelken seyrine başladık. Tayo-Mar havasını bulup fışır fışır 15 derece sancağa baygın yol alıyor. Ekip motor sesi de olmadığından mutlu. Ama biz yelken yapacağız diye  rotanmızdan sapıp Esenköy’e doğru uçuyoruz. Baktım çok zaman kaybedeceğiz, yeniden rotayı Bozburun’a verdim. Zaman zaman iğnecik zaman zaman “çok geniş apaz” tıngır mıngır gidiyoruz. Temel iş başında. Trenkete flok rüzgarını kesiyor bir türlü çalıştırmıyor. Floku sardık. Rüzgar kafasına göre esip yelkenlere ille de ayı bacağı yaptıracak. İnat etti. İyi de oturmuş bir rüzgâr olmadığından trenkete bumbası rüzgâr yüklediğinde havalanıyor, azaldığında düşüyor, hiç de verimli çalışmıyor. Bahadır gitti baş üstüne isyankâr bumbayı havaya kaldırmayacak bir düzenek kurdu.
 Bu arada saat 0200 gibi Kıvanç’ın uykusu geldi kendini Tayo-Mar’ın ana kucağı kadar güvenli ve rahat koynuna attı. 0300 gibi de Bahadır öteki ranzada kıvrıldı. Ben de trenkete bumbasının kaprislerine boyun eğmemek için baş üstüne gittim eğleşmeye başladım.

0400 gibi Bozburun çakarını bordalayıp rotayı Trilye’ye çevirdim. Yelkenler “sümük sail” …. Kara tarafında tepesinde 3 kırmızı yanan birkaç balıkçı teknesi silueti, ööööyle gidiyoruz. Uykum geldi. Bahadır’ı uyandırdım. Kerterizini söyledim saat dört buçuk gibi bu sefer de ben sancak ranzasına uzandım. Kafamı iyice iki eğri arasında kaplamaya yaklaştırıp teknenin üzerinden geçen denizin sesini dinleyerek uyumuşum. Bir ara Bahadır uyandırdı. Dışarıda yunuslar bize eşlik ediyorlar. Bir yandan Bahadır ağız armonikası çalıyor….Hoop ikili üçlü suyun altında yakamozlanarak yunuslar geliyor, teknenin az ilerisinde nefeslenmeye çıkıp dalıyorlar.Hemen ilerde pufurtuları duyuluyor. Belki onlarca belki yüzlerce yunus…. İnanılmaz bir görüntü. Tekrar girip yattım. Sabah Bahadır gün ışıyana kadar yunusların Tayo-Mar’ı hiç yalnız bırakmadıklarını söyledi..

Saat yedide Bahadır uyandırdı. Baktım Trilye limanı önündeyiz. Yelkenleri toparladık, girdik. Güney rıhtımı batı köşesinde bir balıkçı motoru bağlı. Arkasındaki koca rıhtım boş. Bize uygun 2 mapa arasına bağlandık. Limanın doğu ucunda da Mustafa Ertör’un Cemre'si salınıyor. Güney rıhtımında iki motoryat var. Cengiz Esgi Korsan’ın orada olduğunu biliyorum da hangi teknede onu bilmiyorum. İki motor yatta da hayat emaresi yok. Rahatsız etmek istemedim. Velhasıl saat yediyi yirmi beş geçe rıhtıma bağlanmış olduk. Aşağı yukarı 11saat 45 dakika…..Uzun sürmüş. Teknenin altına baktım. Maşallah, kekamozlar mahalleler kurmuşlar. Dümen desen işgal edilmiş. Eh bu kadar sürmesi normaldir.
Rıhtımda iki adam tekneye yaklaşıyor. Bahadır’la konuştular sonra düşük suratları ile yollarına devam ettiler. Meğer balık varmı sizde diye sormuşlar. Hey Allahım? Ne memlekette yaşıyoruız?

Kara faslını anlatmaya gerek görmüyorum. El yüz yıkama, gerinme karaya alışma faslı. Her zaman gittiğim Yunanistan göçmeni bir baba oğlun işlettiği Meltem çay bahçesine gidip oturdum. Daha açılmamış. Baba çayı yeni demlemiş. Eh bekleyeceğiz. Çocuklar kahvaltılık almaya gittiler. Döndüklerinde de sıcak köy ekmekleri (!!), yerel zeytin yağı, zeytin, domates, salatalık biber vs  ile taze demli çayla güzel bir kahvaltı ettik.

İkinci bir balıkçı motoru limana girince pimpiriklendim yerlerine bağlandık diye. Sonra baktık gidip ilk yanaşmış motorun üzerine aborda oldu. Kahvaltı sonrası birer de türk kahvesi keyfi yapıp teknede yapılacak işlerimiz olduğu için geri döndük. Taze taze balık gelmiş. Kamyonet kasasında buzlar içinde sardalya, hamsi, mezgit var. Akşam yemeğini taze asma yaprağında, mangalda sardalya olarak peyleyip tekneye ulaştık. Tam adımımı güverteye attım bir araba gelip durdu. Aaaa bizim Mustafa Ertör Korsan. Sımsıcak bir karşılama….. Bu gezgin Korsan’ı bunun için seviyorum. O flamayı taşıyanlar nerede olurlarsa olsunlar, sanki dün ayrılmış gibiler…… Mustafa, “Abi burası sağlam değil. Balıkçılar sizi rahatsız ederler” deyip Tayo-Mar’ı çekiştire çekiştire biraz daha ileriye, emniyetli bir yere bağladık. Arabayla İstanbul’a dönüyormuş. İyi yolculuklar dileşip esenleştik. Mustafa ayrıldı.

Tekneyi bir güzel limanın o miss gibi balık leşleri yüzen suyu ile yıkadık fırçaladık. Yedek 20 litre yakıyı depoya transfer ettik. Baktım yarım deponun üstüne kadar dolmuş.Yani 30 litre üzeri. Normalde benim motorum saatte 0.750 ila 1 litre yakar. Yani en kötü ihtimalle 20 saat çalışacak. Çocuklara “bir ara bir 10 litre daha alalım” dedim.

Kıvanç denize girmek için köyün öte yanına gitti. Güneş tepemizde yakıyor.Teknenin bütün hetchlerini açtım. İçerisi batı rüzgârı ile üfül üfül. Girdik kamaraya yorgunluk gidermek için uzandık. Bahadır hemen uyudu. Az sonra yanaştığımız küçük iskelenin diğer tarafına bir balıkçı motorunun gelip yanaştığını duydum. Kalkıp baktım ki kıç güverte üstü yığma karides, mezgit dolu. İnsanlar gelip torba torba balık, karides alıp gidiyorlar. Tekneden tencereyi kapıp gittim bir kilo karides alıp ocağın üstüne oturttum. Bahadır haşlanan karides kokusuna bile uyanmadı. !!!

Kıvanç deniz sefasından döndü, Bahadır uyandı. Karideslerin suyu süzüldü. Onlar soğurken limanın rıhtımları insanla dolmaya başladı. Trilye’de bu mevsimde moda, kadın erkek, çoluk, çocuk uzun makinelı kamışlarla zargana avlamak anlaşılan. Tek tük de olsa yakalıyorlar da. Çıktık güverteye oturduk. Bir yandan çiğdem çitler gibi karides çitlerken bir yandan da insanları seyrettik. Onlar da bize hayvanat bahçesindeki maymunlara bakar ve "bunlar insan mı?" bakışlarıyla karidesleri yememizi izlediler…….

Bu arada sabah günbatısı esen rüzgâr arttı. Limanın dışını bulunduğumuz yerden fazla göremiyoruz.

Ekibim genç. Her fırsatta acıkıyorlar. Saat 1600 gibi hayallerini süsleyen rakılı, asma yaprağında sardalyeli akşam yemeği için köye alış verişe çıktılar. Ben de yine Meltem çay bahçesine yollandım.

Hava karayele dönmüş. Açık denizden dalgalar büyüye büyüye sahile yükleniyor. Limandaki bayraklar karton gibi, yapraklanmıyor bile. Dönüşümüz festival olacak belli. Yine de bir umutla Yaşar (Özen) Korsanı aradım hava raporları için. Efendim, Posseidon da Wind Guru da iyi haberler vermiyorlar. Oysa cuma öğlende Meteoroloji Gn.Md. Web sitesinde herşey güllük gülistanlıktı. Utangaç  Bozburun açıklarına kadar KuzeyBatı- Güney Doğu doğrultusunda bir kanal üzerinde hava 6 kuvvet. Gece yarısı düşüyor. 5 kuvvete(!?) sonra Poyraza dönüyor ama hep 6 kuvvet esecek. Bu demektir ki sağnaklarda 7,5 üfürecek.  HakanZ’de aradı. Hava durumundan haberi var. “Ağabey 30 knotlara kadar kaldırır Tayo-Mar sonrası sıkar” dedi. Haksız değil…..( Mİ ACABA?)

Bu arada Fethiye’den Ahmet Arıcan aradı. Denizdelermiş. Şanzıman geriye çalışıyor, ileri kavramıyormuş. Ne yapabiliriz diye sordu. Plakalarda sorun vardır. Boşta nazik nazik deneyin belki bir noktada kavrar diye ahkâm kestim. Cenovalarında da sorun varmış. Kısaca İblis Burnu açıklarında denizin ortasında kalmışlar. Olaya bak biri motorsuzluktan, rüzgarı kullanamamaktan dertli diğeri …..?

Neyse çocuklar ellerinde mangal, çıra, kömür, bahçelere dalıp topladıkları asma yaprakları, meyveler, bira destekleri ile sökün etti. Masaya oturdular. Hava durumunu anlatım. Niyetimiz cenet yemeğini midelere indirip sonra yola koyulmak. Yine de kararı bana bıraktılar. Bahadır’ın Pazar günü saat 1400 de işte olması gerekiyor. Dedim ki “Hiç işimizi riske atmayalım. Siz burada hemen karnınızı doyurun. Çıkalım yola”. Bu arada Kıvanç biz konuştukça 6 hava 7 hava dedikçe Çince konuşuyormuş gibi boş boş bakıyor . Sonunda dayanamadı  patladı. “Ne bu 6- 7 Bofor. Kaç kilometre hız?” deyince Bahadır hemen hesabı anlattı. “Her Bofor’u sekizle çarp on eksilt. Sana deniz mili sürati verir. Yani (6x8)-10 Ne eder ? 38 mil. Kabaca çarpı iki 75 kilometre esecek.” O anda bile Kıvanç’ın işi kavradığına emin değilim.

Toparlanıp tekneye gittik. Etrafı neta ettik.Her nedense ön alt çarmıhlar ile baş istiralya liftin somunları oynamamasına rağmen azıcık boşalmış. Onları sıktım.Depoya baktım yarının üzerinde. Yakıt almadık. Tembellik ettik. ( Hatırladınız mı yukarıdaki mimi???)   Islık Diablo Avara olduk. Saat 1745de Tayo-Mar burnunu limandan çıkarttı.

10-15 dakika sonra Nâzım’ın dediği gibi “Batıyor kayık,çıkıyor kayık/Bir dalgadan inip bir dalgaya biniyor kayık. …..  Rüzgâr karayelden yüklüyor. Dalgalar açığa çıktıkça büyüyor.Önceleri bir, birbuçuk metrelerdeler. Teknenin kafasını kaldırmak gerek. Trenkete bu havada iş yapmaz. Daha ufak bir şey gerek. Floku mendil kadar açtık. Ben de dümendeyim. Bahadır çocuklar gibi şen. Kıvanç daha işin ciddiyetini yavaş yavaş dalgalara bindikçe anlamaya başlıyor. …..
Tayo-Mar o dalgadan bu dalgaya sallan yuvarlan ilerliyor. O kadar dalga çukuruna düştük, neredeyse baston suya girdi. Bir kere bile bodoslamadan içeri su almadı. Bizi sadece sancak baş omuzlukta patlayan dalgalar serpintileri ile yıkadı.

Genel durum şu: Hava ortalama 6 Bofor esiyor. Zaman zaman azıp 7-7,5 lara dayanıyor. Teknenin kıçındaki Bayrak ile direkteki flamalar sanki birer levha. Tekne dalga üzerine bindiğinde kafa kalkıyor ve yükleyen rüzgâr ve altında azalan sürtünme nedeni ile kafası rüzgar altına düşüyor. Dalgadan inerken dümeni iskele alabandaya basıyoruz. Tekrar rotasına giriyor. Çokca rüzgar üstüne kaçırırsak flok deli oluyor. Bu sefer az biraz rüzgar altına dümen kırıyoruz. Derken dinsiz imansız bir dalga ilerden yuvarlana yuvarlana gelirken baş omuzluktan almak için yeniden rüzgar üstüne dönmek gerek. Yazarken kolay!

Saat yedide iyice yoruldum. Bahadır’ın ilk kaba deniz ve fırtına deneyimi olacak bugün. Ama yapacak bir şey yok. Dümene geçti. Ne yapacağını anlattım. Kamara girişine otuırdum. Bir yandan dalgaları, bir yandan floku bir yandan da Bahadır’ı kolluyorum. Kıvanç bir parmak arası tokyo, bir şort bir de sweet shirt’la gelmiş. Islandı,ayakları üşüdü. Kamaraya girip yattı. Derken Bahadır lafa daldı. Bir anda Tayo-Mar bordadan aldığı bir dalga ile sersemledi. Kamara içinde bir şeyler kendileri yerlere attılar. Ben sert bir tepki verdim…….
O dakikadan itibaren neredeyse 7 saat boyunca Bahadır, Tayo-Mar , iki, iki buçuk ( Sanki bazen üç bile oluyordu) metre Bozburun üçlemeleri, yedilemeleri ve rüzgar ile dans etti. Hiç falso vermedi. Saat 21.30 gibi Bozburun çakarını bordamızda gördük.

Bozburun’un neredeyse 2 mil açığından Esenköy enlemine kadar kuzey batıya tırmandık. Rüzgâr ve dalgalar hiç güçlerini yitirmediler. Hiç nefes aldırmadılar. Burundan açığa çıktıkça rüzgar yavaş yavaş önce yıldıza sonra Poyraza drise etti. Veya oralarda zaten öyle esiyordu.  GPS’de markaladığım noktada rotamızı doğuya ,Esenköy’e aldım. Yine 35-45 derece ile orsa gitsek de bu kontrada tekne de biraz rahatladı. Bu sefer dalga serpintilerini iskeleden yemeye başladık. Bir zaman sonra Bahadır da fark edip “Ağabey Temeli göreve çağıralım mı?” dedi. Düzeneği kurdum. Boynumda tepe lambası, gözümde gözlük otopilotun fişini takacağım. Bir türlü oturmuyor. Oturduğunda elektrik almıyor. … Anasını sattığımın dünya hali.  Sinirli  Sonunda halimize acıyıp çalışmaya başladı. Bahadır bir sigara yaktı. Yekeyi tutan eli kilitlenmişti. Güç bela açıldı. Girip içeri uzandı. Ben de Temeli yalnız bırakmadan Esenköy’e kadar eşlik ettim. Biraz daha doğuya devam edip bir sonraki çakardan rotayı adalara ve hatta marinaya çevirdim. Apazdan gelen rüzgârla floku büyüttüm. Kızım 4-4,5 mil süratle sakin bir seyre başladı. Bu arada Bahadır da uyandı. Tekneyi ona teslim edip girip uyudum.

Bahadır uyandırdığında hava aydınlanmış Sivri-Yassı kanalına 3 mil mesafemiz vardı. Havayı uygun bulup trenketeyi de açmıştı. Üzerimdeki tulumları çıkarıp cendereden kurtardım kendimi. Kıvanç da kendini gömdüğü yerden çıktı.  Güneş hepimize gülümsüyor hani neredeyse “Aferim iyi iş becerdiniz!” diyordu. Motor kaportası üzerine kurduğumız kahvaltı sofrası ile gecenin acısını çıkarttık. İkişer bardak sıcak çay ile kendimize geldik.

Bahadır, yastığı kapıp baş üstüne gidip yattı. Uyumuş. Sivri Adayı iskele bordada bırakıp poyrazla tramolalarla Fenerbahçe’ye eğlenmeye başladım. Kıvanç bir ara Ağabey 15 saatir yoldayız deyince o kör olası şeytan bir anda mabadımı elindeki çatalla dürttü!!!!  Motor kaportasını açıp depoya baktım. 60 litrelik deponun dibinde, o da ancak tekne iskeleye bayıldığı için kendini gösteren fakir mi fakir yakıt çalkalanıp duruyor. Amanın. Yoksa tezeği avuçladık mı? Ulan götürür mü bu birkaç damla bizi marinaya?

Arkamızdan açıktan bir motor teknesi geliyor. El, mel ettik, yol kestik yanımıza geldiler. “Bir şişecik yaktın var mı?”  diye sordum. Bütün yakıt depodaymış. Sağlık olsun. Yine de iyi denizciymiş. Bir şeye ihtiyacınız olur ben size eşlik ederim, marinaya da haber veririm dedi.
Bu arada HakanZ’yi telefonla aradım. Durumu anlattım. Sağ olsun Adnan da Ana-Ra-Da ile kopup geldi yanımıza. Onda da açıkta yakıt yok.

Tayo-Mar sanki çok matah bir sefineymiş gibi babalar gibi iki tekne eskortunda  Kalamış marina’ya vasıl oldu. Girişte telsizle durumu kuleye iletip bot desteği istedim. Biz yerimize girip bağlanırken marina palamarına bot nerede dedim. Gelirken görmüştük. Nazenin limana giriyormuş. Bütün botları Fenerbahçe’ye göndermişler. Himm  Bu nasıl bir yalakalık, nasıl bir işletmecilik anlayışıdır? Sinirli

Yarimize saat 12.30da bağlandığımızda Tayo-Mar’ın motoru son kalan birkaç damla yakıtı ile bizi ele güne mahçup etmedi. 
Yaşar, Hakan ve Adnan Kardeşlerime bahusus teşekkür ediyorum. Helal

Bir sonraki seferimiz büyük ihtimalle Asmalı-Paşa Limanı – Silivri üzerinden İstanbul olacak. Kıvanç gelir mi bilemem. Gelmez ise bir kişilik boş yerimiz var.
Bir kere daha Tayo-Mar’ın tasarımcısı Thomas Gilmer Amcayı rahmetle anıyor, ışık içinde yatmasını gönülden diyorum.
Bu arada da Tayo-Mar'ın fiyatını arttırdım.  Saftirik Saftirik Helal