11 Ağustos 2009 Salı

Kafamdan 2 konuyu sildim.

1 Ağustos'da Tayo-Mar ile Setur arasındaki yıllık kucaklaşma dönemi geldi. Tabii, tatlı sesli bir hanımkız sektirmeden 5 Ağusto'ta beni telefonla arayıp "küçük" hatırlatmasını yaptı. Dişimizden tırnağımızdan arttırdığımız, ama bir türlü tamamlayamadığımız " küçük meblağın" (!) bir bölümünü cebimin en ulaşılmaz köşesine zulalayıp, cuma günü Marina ofise gittim. Sağ olsunlar anlayışlı davranıp "küçük meblağın" bir bölümünü zulamdan koparıp aldılar. Bakiyesi için de "bir iki ay içinde takdim edersin artık" deyip, bir de çay ikram edip uğurladılar. 2010 Ağustos ayına kadar Tayo-Mar yerinde kalacak.

Bu arada bir yıldır baş istralyada kendi elceğizlerimle bağladığım radar reflektörü üst bağlantısı opsesif bir karga tarafından gagalanınca yerinden koptu. Alt bağlantı sağlamca direniyor. 10 gün boyunca istraya da gah rüzgarla gah salıntı ile orada öööölece durup bütün sinirlerimi alt üst etti.
Marmara Adası yolunda farkettik ki bu reflektör hemen arkasındaki VHF anteninde interferans da yapıyor.
Keza bir başka karga da( Belki de aynı karga. Hepsinin yüzü aynı tam ayırd edemiyorum kerataları Undecided ) sancak tarafında flamalarımı bastığım makaranın naylon ipine takmış, makara da bu kadar eziyete dayanamayıp taşıdığı flamalarla birlikte kendini güverteye atmıştı. Dert işte. Bam Güm

Nihayet mala cana kıyıp Cumartesi akşamı mesai sonrasında Bahadır Korsanla birlikte Tayo-Mar'a gittik. Sağolsun Bahadır maymun misali direğe tırmanıp önce radar reflektörünün son bağlantısını da bir "piçak" darbesi ile kesip denize yolladı.

Sonra da 2 ayrı mesai ile yeni aldığım ve tek amacım opsesif kargalara gıcıklık yapmak olan paslanmaz klemensler ile flama makaralarını çarmıhlara bağladı. ( Ülen kargalar! Şimdi gelin de gagalamaya çalışın makalım o maden klemensleri.! Korsan . Gagasını seven uzak dursun)

İşimizin arasında sonra da görevini tamamlamanın gururu ile bir şişe kırmızı hayat suyunu Dallaras ve Alexiou'nun huzur veren nameleri ile güneşi batırıp evkerimize dağıldık.

Kafamın içinde dolaşan iki kımıl zararlasından böylece kurtuldum.

Tek Başına Dünya Turu

Her denizcinin içinde bir "Dünya Turu" filizi zaman zaman boy gösterir. Bazılarında hayat gailesi, kolaycılık, sosyal şartlar vs ile bu filiz ölür gider.
Bazıları da gönül ve bayinlerinin en ücra köşelerinde bu fikir filizini tüm kem gözlerden sakınarak büyütür.

Maddi olanağı ve zaman problemi olmayanlar çiftler halinde, kısa etaplarla Dünya turuna çıkıyorlar. Dergilerde forumlarda yayımladıkları kitaplarda okuyoruz. Her biri ile de ayrı ayrı gurur duyuyoruz.

Amaaaa. Tek başına bir Dünya turu her baba yiğidin harcı değil. İçimizden bazılarının yukarıdaki fikir filizini kalbinde ve beyninde büyüttüğünü biliyorum. Onlardan birinin hediye ettiği, ilk baskısı 1976 da yapılan "Great voyages ın small boats"-Solo circumnavigations- John Guzzwell/Vito Dumas/Joshua Slocum kitabının tanıtımını sizlerle de paylaşmak istedim:
"Birkaç ahşap parçasının işlenmesi ile vucuda getirilen tekneyle yalnız çıkılan her seyyahat "Büyük Yolculuk" diye anılmalıdır.
Otuz, altmış gün hatta daha uzun süren, hiçbir insanla konuşulmayan, tahammül sınırlarını zorlayan bir deneyimdir. Bunlara bir de aylarca süren havanın belirsizliğini,malzeme yorgunluğunu veya ıskartaya çıkmasını, hastalık ve yaralanma riklerini eklediğinizde yolcunun nasıl ruhsal ve fiziksel testten geçtiğini anlayabilirsiniz.
Yüksek dalgalı denizlerde yemek pişirmek, hatta yiyebilmek bile olanaksız hale gelir.
Güvertesinde kimsenin etrafı gözlemediği bir teknede yukarıda her an ne olabileceği endişesi ile dinlenmeden uyumak vardır.
Bütün bu katlanılması zor şartlara rağmen pek çok kişi yalnız başına Dünyayı dolaştı"